Ne zamandan beri bekleyebilen bir canlı olduğumuzu sordum bugün kendime. Bekleyişler, beklediklerimiz ve beklentilerimiz bir yerde, bizi bugünde kalıp geleceğe dair bir şeyler ummaya, tasarlamaya, hesaplamaya, gözlemeye iten durumlar. Kimi zaman sevdiğimiz birini bekleriz, kimi zaman merak ettiğimiz bir filmi, kimi zaman adım adım yaklaşan bir felaketi, kimi zaman ihaneti, kimi zaman ayaza kesmiş bir hıncın keskin intikamını… Ancak her şekilde içeriği aynıdır: Gelecek bir günü gözlemek.
Gözlemek ve göz kelimesinin de beklemeyle ilişkisi bedenden dile geçmiş şekildedir. Yolunu gözleriz sevdiğimiz birinin. Beklemediğimiz bir şeyi ummadığımız biri yaptığında gözümüzden düşer. Uzun zamandır görmediğimiz birisinin gelmesini bekliyorsak gözümüzde tüter, göresimiz gelir. Bizler şu anda görmediğimiz bir şeyi görebilmek için bekleriz. Bu bir ihanet, bir sevda, bir felaket, bir mucize, bir doğru an olabilir.
Beklemek kelimesinin kökeni hem Türkçede hem İngilizcede korumak, gözlemek, başında durmak gibi anlamlara geliyor. Yani dilimizin bize getirdiği şu ki, beklenilen şey her ne ise beklenti içinde olduğumuz sürece beklediğimiz haliyle onu tutma çabası içindeyiz. Kurduğumuz hayallerle, gördüğümüz rüyalarla, tasarladığımız planlarla, farkında olmadan attığımız adımlarla beklediğimiz şeyin “bekçiliğini” yapıyoruz. Beklemek ve bekçi kelimeleri de burada kesişiyor.
İnsan bekliyor, çünkü beynimizin ön bölümü (prefrontal korteks) sayesinde henüz olmamış bir şeyi eldekilerle yaratabiliyoruz. Sözcüklere dökerek daha da gerçek kılabiliyoruz. Ancak beklemek de neyi beklediğimiz ve kim olarak beklediğimize göre çeşitleniyor.
Zamanını beklemek
Olmasını beklediğimiz bir şeyde bazen doğru bir zaman hissi vardır. Elimizdeki şimdi, yeterince olgunlaşmamış veya amacımıza hizmet eden koşullara sahip değildir. Bu şekilde beklerken biraz tetikte, biraz tedirgin, hayallere dalmış, sineye çekmiş, umutlu veya öfkeli olabiliriz. Zamanını beklediğimiz şey için onu öldürmeyecek, yaşatıp yeşertecek bir çevreyi gözleriz. O güne kadar beklediğimiz şeyi canlı tutabilmek için tekrar tekrar hayalini kurmaya, hakkında konuşmaya veya düşünmeye ihtiyaç duyarız. Onu bıraktığımız anda artık zamanının gelip gelmemesinin bir önemi kalmaz. Bir fırsat yani şanslı bir uygun durum kollanır, taş gediğine oturtulur.
Umutsuzca beklemek
Bazen “elimiz böğrümüzde” bekleriz. Umduğumuz şey, bekleme anı gelene kadar yaşamayı hiç beklemediğimiz bir şeydir. Beklemekten başka çare göremediğimiz, dört bir yandan kuşatılmış şekilde hareketsiz kaldığımız bekleyişlerimizdir. Umutsuzca beklerken hayaller beklentiyi yaşatmak için değil, yaşamayı beklemediğimize kendimizi hazırlamak içindir. Onu ön görülmüş hale getirmeye çalışırız, sonrasında devam edebilmek için buna ihtiyacımız var belki de. Ancak bir de evet mucizeyi bekleriz, bu da umutsuzca beklediğimiz durumdan önce hiç beklemediğimiz bir şeydir. Umutsuzluk içinde o an ön gördüğümüz bir şeyi beklerken, olmasını beklediğimiz de ummadığımız bir iyilik, bir kurtuluş, bir kurtarıcıdır. Burada belki beklediğimiz kurtarıcı, kendimizin bu zor durumdan sonra da hayatta kalabileceğine, bir şekilde devam edeceğine dair şüphemizin karşılığıdır. Kendi başımıza yapamayacaklarımızı bizim için veya bizimle beraber yapabilecek, bizim sahip olmadığımız umuda sahip olan birisi. Tarihsel süreçlerde umutsuzca beklenen zamanlarda umut dolu kurtarıcılar bu şekilde kitleleri arkasından sürükleyebilmiştir.
Khadak filminde ise umutsuzca beklemeye dönük bir isyan vardır:
“Yanlış giden bir şey var
Bir kız, annesinin ölümünü gözlüyor
Bir baba, oğlunun ölümünü gözlüyor
Bir kardeş, kardeşinin ölümünü gözlüyor
Bir ozan, atının ölümünü gözlüyor
Bir kadın, ruhunun ölümünü gözlüyor
Bir çocuk, yarının ölümünü gözlüyor
Yanlış giden bir şey var
Bir ırmak, sularının ölümünü gözlüyor
Bir gökyüzü, şafağın ölümünü gözlüyor
Yanlış giden bir şey var”
Umutsuzca beklemenin içindeki yaşamsızlığa bir isyan görürüz. Burada o malum sonu, kendini yiyip bitirecek olanı beklemeyi var oluşa aykırı görür.
Heyecanla ve hasretle beklemek
Heyecanla beklemek eğer beklenen şeye dair yüksek bir arzu varsa sesli ve hareketlidir: Eteklerimiz zil çalar. Bazen beklediğimiz şeye kavuşma zamanı geçtikçe heyecanımız ve şevkimiz artar, ona kavuşunca alacağımız keyif bir o kadar büyür. Shakespeare sevgilisini beklemekten bıkmamış bir aşıktır: “Beklemek cehennemdir. Ama beklerim seni. İyi kötü demeden, suçlamadan keyfini…” Heyecanla bekleyişin içinde gözlenen bir umut vardır. Kalp kırıklığı da göze alınabilir ancak umulan şey bir kavuşmadır. Bu birine kavuşmak, bir yere yetişmek, istenene varmak gibi birçok şey olabilir.
Öfkeyle ve hınçla beklemek
Bazen doğru an için beklenen kanı yerde kalmış bir acı olabilir. Öfkeyle ve hınçla beklerken bizi heyecanlandıran karşımızdakinden alacağımız intikam veya adaletin tecellisi olabilir. Zamanını beklemekte olduğu gibi an kollarız, bu bazen bizim daha güçlü olduğumuz bir an için hazırlık da olabilir. Öfkeyle bekleyiş, sadece durup bekleyiş değil bir çaba da içerebilir. Öfke bizi daha fazla beklememeye güdüler, beklemeyi kısaltmak için çaba göstermeye iter. Aksi halde geçmişte yaşadığımız ve sindiremediğimiz şey gözümüzün önüne geldikçe öfkemiz artar. Sadece birine değil; bunu yaşamamıza dönük seçimlerimiz, kendimizi zayıf gördüğümüz şeyler, çaresizlik ve imkansızlıklarımız, zaaflarımız ve tutkularımıza karşı da öfke hissedebiliriz böyle zamanlarda. Öfke ile beklediğimiz adalette ise bunu bize sağlamayanlara da öfkeleniriz. Çünkü bu öfkenin altında bir hayal kırıklığı da vardır. Bizi öfkeyle bekleten, yaşamayı beklemediğimiz bir şeyi deneyimlemektir. Terazisi şaşan bir dengenin yerine gelmesini bekleriz. Bu yüzden “intikam soğuk yenen bir yemektir.”
Bazen öfkeyle bekleyişin sonu da bir küskünlük olabilir, gelmesini artık beklemediğimiz birine veya bir şeye küsebiliriz. Tadımız tuzumuz kalmaz. Mesela Necip Fazıl şu şirinde sitemkardır, beklemekten sıkılmıştır:
“Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme, artık neye yarar?”
Korkuyla ve bilinmezlikle beklemek
Adım adım kendi kıyametimize gittiğimiz bekleyişler de olabilir. Bu bizi yıkacak ve gelmesi kesin bir haber, hasta başında beklediğimiz geceler, adım adım ayrılığa giden bir aşk, kuruş kuruş eksilen bir hesap, ayak sesleri duyulan bir savaş olabilir. İçimiz içimizi kemirirken elimizden geleni yapmaya çalışabiliriz veya yapacak hiçbir şeyimiz olmayabilir. Korkuyla bekleme anlarında beklediğimiz şey bizim iliklerimizi titreten bir son olduğu gibi, umduğumuz şey de ona yaklaştıkça bizi daha çok korkutan şeyin bizden çok uzaklara gideceği bir şey olmasıdır. Korku, korkulan şey yakınlaştıkça artar. Bir şey bize ne denli uzaksa o kadar az korkutucudur. Bu yüzden hep felaketler başkalarının başına gelir gibi düşünürüz, çünkü hayal ettiğimiz gelecekte bizim için olduğunu düşündüğümüz bir felaket ona doğru yürüdüğümüz yolda ondan korkmaktan başka bir şey bırakmayacaktır. Ancak korkuyla beklemek bir güç de getirebilir. Korktuğumuzu kabul ettiğimiz şeye karşı bir önlem alabilir, çaba gösterebilir, ondan uzağa gitmek için hareket edebiliriz. Korkuyla beklediğimiz şey sıcak bir duyum verir: Eteklerimiz tutuşur.
Bazen bildiğimiz değil bilmediğimiz şeyle beklemek korkutur bizi. Sonsuz ihtimaller dizisinde sürükleniriz ve bu sürüklenmeden ne hayatta kalıp kalmayacağımızı ne de nereye varacağımızı bilememek sıkıntı yaratır. Böyle bir bekleyiş savruktur, oradan oraya sürükler bizi. Böyle bekleyişlerde iyi veya kötü, tutunacak bir şey ararız çünkü o sürüklenmede beklediğimiz tek şey bir dinginliktir. Sonu umduğumuz veya ummadığımız fark etmez, sonun olması ve sürüklenmenin durması rahatlatır. Bu sebepledir ki bu sürüklenmeli bekleyişler bizim kendimizden en ummadığımız şeyleri yaptığımız, beklemediğimiz şeyleri seçtiğimiz zamanlardır.
Umutla beklemek
İçimizi ısıtan bekleyişler vardır, beklemenin zor gelmediği dinginliklerde gözleriz bir şeyleri. Beklemediğimiz şeyler de yaşasak beklemeye devam edebilmeye gücümüz vardır. Kimi zaman bir ilhamın gelişini bekleriz, kimi zaman yeniden başlamayı bekleriz, kimi zaman yeniden kavuşmayı… Umutla bekleyebilmek için yaşadıklarımızı kabullenip sindirmemiz ve yeni bir hayali kurabilmemiz gerekir. Burada tahammül edebildiğimiz bir belirsizlik veya nihayete nasıl ereceği kesin bir durum olabilir. Her şekilde bekleyebilmeyi sağlayan şey, tutunabildiğimiz bir hayal, bir bilgi, bir his olmalıdır. Güven hissi buradaki umutlu bekleyişi destekleyendir. Güvenebildiğimiz, tutunabildiğimiz her ne ise beklemediğimiz şeyleri de yaşasak umutla devam etmemizi sağlayacak olan o dur. Bu yüzden artık bekleyemeyeceğimiz şekilde beklemediğimiz şeyler yaşadığımız zaman “tutunacak dalımız” kalmaz.
