Hafızamda her insan için bir işaretçinin olduğunu fark ettim: Babaannemin pirinç havanı, anneannemin dalları çalıları biçtiği tahrası, Hüseyin dedemin hem sevindiğinde hem efkarlandığında eline alıp sardığı tütün kâğıdı, Ali dedemin kimi zaman ağaçları aşılamak kimi zaman meyve kesmek için kullandığı mavi saplı sedef desenli çakısı, bir halamın oya işlediği mekiği, diğer birinin aynı tadı başka hiçbir şeyde görmediğim tuzlu kurabiyesi, annemin örgü şişleri ile kıymetlisi kavanozları, ve tabi ki babamın anahtar sesi.
Belinde kemerinin geçtiği köprülerden birine daima asılı olurdu çeşitli anahtarlar: bizim evin, büronun, deponun, arabanın… Evimiz sokaktan merdivenle avluya çıkar şekilde yapılmıştı, aşağıdaki demir kapıdan kimin geçtiğini anlamak güç değildi. Adım atarken dua fısıltısı ara ara yükselen besmele ile geliyorsa Ali dedem; yıllarca tütün fabrikasında ve tarlada çalışmış olmanın sonucu olarak dinlene dinlene çıkılıyorsa ayak ağrıları çeken babaannem ve anahtar şıngırtıları ise babamdı gelen. Genelde otururken sıklıkla dizini sallar, varsa elinde tesbih sallar yoksa o da yoksa anahtarları çevirirdi. Bu anahtarların nasıl olduysa çocukluğumdan beridir biz iki kardeş için ayırt edici bir sesi vardı. Muhtemelen babamın ritmini bir başkasından ayırt edecek kadar iyi tanıyorduk.
Çoğu akşamlar babam kahvehaneye giderdi, uyumak için onun gelişini beklediğimi hatırlıyorum. Her ne yapıyorsam yapayım o anahtar sesi benim için oldukça mutluluk verici bir işaretti: Babam geliyor. Merdivenleri çıkarken o anahtarları sallayış ritmini, kapıyı açmasını beklediğimi hatırlıyorum: sevinçle beklediğimi, heyecanla beklediğimi, gelirken bir şey getirip getirmediğine dair merakla beklediğimi…
Babası ile iyi oyun arkadaşlığı kurmuş her çocuk babasını bekler: oynamak için bekler, anlatmak için bekler, dinlemek için bekler.
